Siyatik, arka bacağın dış kısmı, üst bacağın arka tarafı ve siyatik virüsü boyunca yayılan sinir ağrısı varak tanımlanmaktadır. Halk dilinde sinir romatizması adı ile tabir edilir.
Belirtileri
Siyatik ağrısı kimi zaman anne aniden oluşabileceği gibi kimi zaman da ilerleme göstermektedir. Kalkarken, uzanırken ve otururken yapılan hareketlerde zorluk çekilir. Bel kemiğinin alt bölgesi son derece hassastır. Arılarda öksürürken yürürken ve gerinirken artış olduğu bilinmektedir.
Nedenleri
Siyatik hastalığının temel nedeni omurlar arasında yer alan kıkırdak diskleri yerinden oynaması yani diğer bir anlamda disk kayması, omurganın alt kısmının zedelenmiş ya da iltihaplanmış olması ve diz kapağı iltihabı ya da sinir iltihabıdır.
Tedavisi
Siyatik tedavisinin temel ve en önemli şartı yatak istirahatidir. Bununla birlikte hastanın yatağının altına kalınca bir tahta konulmalı, ikiden daha fazla yastık kullanılmamalıdır
Kaynak.7gunsaglik
Diş Ağrıları Sinüzit Belirtisi Olabilir
Toplumda sık karşılaşılan sinüzit; burun tıkanıklığı, burun akıntısı gibi klasik belirtilerin dışında; kendini üst dişlerde ağrı ile de gösterebiliyor. 10 günü geçen baş ağrısı, tıkalı ve şiş burun ile yüzde basınç hissi gibi belirtiler ise hastalığın sizde de olabileceğine işaret ediyor.
Sinüsler yüz ve kafa kemiklerinin içerisine yerleşmiş içi havalı boşluklar olarak tanımlanıyor. İnsan vücudunda üst çene kemiğinde karşılıklı iki büyük yanak sinüsü, alın kemiği içerisinde bir büyük alın sinüsü, gözlerin arasına yerleşmiş küçük odacıklardan oluşan etmoid sinüsler ve kafa tabanına yerleşmiş bir de derin sinüs bulunuyor. Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Bahadır Baykal, “Sinüslerin ayrı ayrı ya da bölgesel olarak sadece bir yüz yarısında ya da hep birlikte iltihaplanma haline ‘sinüzit’ adı veriliyor” diyor.
KRONİK Mİ AKUT MU?
Baş ağrısı, burun akıntısı ve ateş gibi belirtilerin yeni başladığı klinik tablo, akut sinüzit olarak tanımlanırken, çoğu zaman farkında olmadığımız, 10 - 15 günden beri sürmekte olan uzamış nezle halinin akut sinüzit olduğuna dikkat çekiliyor. Yıllarca tekrarlayan belirtilerle karşılaşılması ise sinüzitin kronikleşmiş olduğu anlamına geliyor.
ÜST DİŞLERDE AĞRI NEDENİ
Özellikle yanak sinüsleri, (maksiler sinüsler) konumları nedeniyle üst çene dişleri ile yakın ilişki içinde bulunuyor. Bu bölgedeki dişlerden bazılarının kökleri, yanak sinüsünün içine girmiş olabiliyor. Bu durum herhangi bir soruna yol açmasa da bu dişlerin iltihaplandığı durumlar veya diş çekimi sonrasında kişide sinüzit gelişebiliyor. Kökü yanak sinüsünün içinde olan bir diş çekildiğinde de, sinüs boşluğu ile ağız içerisindeki kirli ortam arasında bağlantı olabiliyor. “Oroantral fistül” olarak adlandırılan bu durumda, ağızdaki bakteriler sinüs içerisine gidiyor ve sinüzite yol açıyor. Bu açıklığın fark edildiği anda kapatılmaması halinde sık tekrarlayan sinüzit atakları meydana geliyor.
TEDAVİYE ARA VERMEMEK GEREK
Sigara içen, alkol kullanan, sürekli kirli hava soluyan ya da klimatize kapalı ortamlarda çalışan bir kişinin, hijyen ve yaşamkoşulları iyileşmediği sürece tek başına tedavi görmesi yeterli olmuyor. Sinüzit tedavisinde ilk seçeneğin antibiyotik olduğu belirtiliyor. Bu noktada tedaviye ara vermemek ve yarım bırakmamak büyük önem taşıyor. Aksi halde yeterli yarar sağlanamayacağına dikkat çekiliyor. Hastanın şikâyetlerinin uzun süreli ilaç tedavileri ile geçmemesi, baş ağrılarının yaşamını olumsuz etkilemesi durumunda sinüzit ameliyatlarının tedavide bir seçenek olarak düşünülmesi gerekiyor.
SİNÜZİTİNİZİN VARLIĞINI TEST EDİN
Aşağıdakilerden 10 gün ve daha uzun sürenler için, “EVET” tercihini seçin.
Sonuç: 3 veya daha fazla EVET yanıtı, sizde alerji olduğunu veya mikroorganizmalara bağlı bir sinüzit olabileceğini gösterir. Bir kulak burun boğaz uzmanına başvurmanızda fayda var.Kaynak.http://www.7gunsaglik.com
Sinüsler yüz ve kafa kemiklerinin içerisine yerleşmiş içi havalı boşluklar olarak tanımlanıyor. İnsan vücudunda üst çene kemiğinde karşılıklı iki büyük yanak sinüsü, alın kemiği içerisinde bir büyük alın sinüsü, gözlerin arasına yerleşmiş küçük odacıklardan oluşan etmoid sinüsler ve kafa tabanına yerleşmiş bir de derin sinüs bulunuyor. Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Bahadır Baykal, “Sinüslerin ayrı ayrı ya da bölgesel olarak sadece bir yüz yarısında ya da hep birlikte iltihaplanma haline ‘sinüzit’ adı veriliyor” diyor.
KRONİK Mİ AKUT MU?
Baş ağrısı, burun akıntısı ve ateş gibi belirtilerin yeni başladığı klinik tablo, akut sinüzit olarak tanımlanırken, çoğu zaman farkında olmadığımız, 10 - 15 günden beri sürmekte olan uzamış nezle halinin akut sinüzit olduğuna dikkat çekiliyor. Yıllarca tekrarlayan belirtilerle karşılaşılması ise sinüzitin kronikleşmiş olduğu anlamına geliyor.
ÜST DİŞLERDE AĞRI NEDENİ
Özellikle yanak sinüsleri, (maksiler sinüsler) konumları nedeniyle üst çene dişleri ile yakın ilişki içinde bulunuyor. Bu bölgedeki dişlerden bazılarının kökleri, yanak sinüsünün içine girmiş olabiliyor. Bu durum herhangi bir soruna yol açmasa da bu dişlerin iltihaplandığı durumlar veya diş çekimi sonrasında kişide sinüzit gelişebiliyor. Kökü yanak sinüsünün içinde olan bir diş çekildiğinde de, sinüs boşluğu ile ağız içerisindeki kirli ortam arasında bağlantı olabiliyor. “Oroantral fistül” olarak adlandırılan bu durumda, ağızdaki bakteriler sinüs içerisine gidiyor ve sinüzite yol açıyor. Bu açıklığın fark edildiği anda kapatılmaması halinde sık tekrarlayan sinüzit atakları meydana geliyor.
TEDAVİYE ARA VERMEMEK GEREK
Sigara içen, alkol kullanan, sürekli kirli hava soluyan ya da klimatize kapalı ortamlarda çalışan bir kişinin, hijyen ve yaşamkoşulları iyileşmediği sürece tek başına tedavi görmesi yeterli olmuyor. Sinüzit tedavisinde ilk seçeneğin antibiyotik olduğu belirtiliyor. Bu noktada tedaviye ara vermemek ve yarım bırakmamak büyük önem taşıyor. Aksi halde yeterli yarar sağlanamayacağına dikkat çekiliyor. Hastanın şikâyetlerinin uzun süreli ilaç tedavileri ile geçmemesi, baş ağrılarının yaşamını olumsuz etkilemesi durumunda sinüzit ameliyatlarının tedavide bir seçenek olarak düşünülmesi gerekiyor.
SİNÜZİTİNİZİN VARLIĞINI TEST EDİN
Aşağıdakilerden 10 gün ve daha uzun sürenler için, “EVET” tercihini seçin.
Sonuç: 3 veya daha fazla EVET yanıtı, sizde alerji olduğunu veya mikroorganizmalara bağlı bir sinüzit olabileceğini gösterir. Bir kulak burun boğaz uzmanına başvurmanızda fayda var.Kaynak.http://www.7gunsaglik.com
Rahimde Büyüyen Kanser Hücreleri Ölüme Götürüyor
Prekanseröz yani kanserden önce gelişen kötü huylu hücreler servikste tehlike saçıyor.
Kadın rahminde gerçekleşen kanserleşme süreci ölüme götürebiliyor. Rahim ve vajinal kanser açısından tedbiler kati biçimde alınmalı. Anormal hücreler düzenli tarama ve testlerle erken teşhis edilerek önlem alınmalı ve erken tedaviye gidilmelidir. Aksi halde iyi huylu kitle bile olsa burada kolayca kansere dönüşebiliyor ve hayatı tehdit ediyor.
150de 1 kadında servikal taramalarda sorun görülmezken kanserle yüzleşilmiştir. 300 kadından 50si rahim kanserinden yaşamını kaybedebiliyor. Önceden görülen kanser tedavisi ise vajinada kanser hücresi gelişimine neden olabiliyor. Yani bir kadın önceden kanser olduysa ve tedavi gördüyse ileride rahim kanseriyle yüzleşebiliyor.
60 yaş sonrası bu risk çok daha fazla arttığı gibi önceki kemoterapiler ve tedaviler ileride rahim kanseri riskini de getiriyor. 60-69 yaş arasındaki kadınlarda bu risk, 30-39 yaş aralığına göre 5-6 kat daha fazla tespit edilmiştir. Yaş arttıkça ve eski kanser hikayesine göre rahim kanseri tetiklenebiliyor. Vajinaya ve rahme ilerleyen hücreler kanserle sonuçlanabiliyor ve geç kalındığında maalesef ölüme götürebiliyor.
Kaynak.7gunsaglik
Kadın rahminde gerçekleşen kanserleşme süreci ölüme götürebiliyor. Rahim ve vajinal kanser açısından tedbiler kati biçimde alınmalı. Anormal hücreler düzenli tarama ve testlerle erken teşhis edilerek önlem alınmalı ve erken tedaviye gidilmelidir. Aksi halde iyi huylu kitle bile olsa burada kolayca kansere dönüşebiliyor ve hayatı tehdit ediyor.
150de 1 kadında servikal taramalarda sorun görülmezken kanserle yüzleşilmiştir. 300 kadından 50si rahim kanserinden yaşamını kaybedebiliyor. Önceden görülen kanser tedavisi ise vajinada kanser hücresi gelişimine neden olabiliyor. Yani bir kadın önceden kanser olduysa ve tedavi gördüyse ileride rahim kanseriyle yüzleşebiliyor.
60 yaş sonrası bu risk çok daha fazla arttığı gibi önceki kemoterapiler ve tedaviler ileride rahim kanseri riskini de getiriyor. 60-69 yaş arasındaki kadınlarda bu risk, 30-39 yaş aralığına göre 5-6 kat daha fazla tespit edilmiştir. Yaş arttıkça ve eski kanser hikayesine göre rahim kanseri tetiklenebiliyor. Vajinaya ve rahme ilerleyen hücreler kanserle sonuçlanabiliyor ve geç kalındığında maalesef ölüme götürebiliyor.
Kaynak.7gunsaglik
Tıka Basa Beslenen Çocuklarda Diyabet Riski Var
Çocukları erken yaşta bilinçli ve sağlıklı beslenmeye teşvik etmelisiniz. Aksi halde diyabet olması kaçınılmazdır.
Doğumsal kaynaklı hastalıklar, genetik geçişli olabildiği gibi vücuttaki bazı organların görevini yapamamasından ya da kusurlu yapmasından kaynaklanıyor. Tip 1 diyabet çocukluk çağında görülen bir hastalıkken, tip 2 diyabet tamamen yanlış beslenme tercihleri ve hareketsizlik sonucunda ortaya çıkıyor.
Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Rüştü Serter, bilimsel araştırma sonuçlarına göre, son 10 yılda diyabetli hasta sayısının Türkiye'de yüzde 7'den yüzde 14'e ulaştığını söylüyor. Yanlış beslenme tercihleri, spor yapmama nedeniyle eskiden 50'li yaşlarda görülen tip 2 diyabetin artık, 10-12 yaşlarındaki çocuklarda bile ortaya çıktığını belirtiyor.
Toplumda sağlıklı beslenme ve egzersiz alışkanlığının yerleştirilmesi gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Rüştü Serter, diyabet hakkında şu bilgileri veriyor: "Diyabet vücudun kan şekeri düzeylerini istenilen düzeyde tutamamasıdır. Bu hastalığın sonucunda vücudumuzda, kan şekerinin yükselmesine bağlı olarak çeşitli organlarda hasar meydana geliyor. Gözler, böbrekler, kalp ve damarlar, sinirlerde hasar oluşuyor.
Normalde gün içinde açlık kan şekeri seviyesinin 100 mg/dl'nin altında, yemekten sonraki ikinci saatte tokluk şeker seviyesinin ise 140 mg/ dl'nin altında olması gerekiyor. Öğünlerden sonra ise kan şekeri seviyesinin genel olarak 200 mg/dl'yi geçmemesi gerekiyor. Diyabet hastalığının Tip 1 ve Tip 2 olmak üzere iki türü bulunuyor. Daha çok erişkinlerde ortaya çıkan Tip 2 diyabet, toplumda Tip 1 diyabete göre 10-15 kat fazla görülüyor. Tip 1 diyabet daha çocukluk veya ergenlik yaşlarında patlak veren, bazen de 20-25 yaşlarında bile ortaya çıkabilen bir hastalıktır."
"YÜRÜYÜŞ, YÜZME, KOŞU EN İYİ TEDAVİ"
Tip 1 diyabette vücutta insülin hormonu eksik olduğunu, tip 2'de ise vücutta insülin hormonu bulunduğunu vurgulayan Serter, tip 1 diyabetin tedavisinde hastaya dışarıdan insülin verildiğini dile getiriyor. Tip 2 diyabetin tedavisinde ise ilaçlarla vücuttaki insülin hormonunun etkisinin artırıldığını vurguluyor. Serter, hangi tip diyabet olursa olsun hastalığın bir numaralı tedavisinin, yaşam tarzı değişikliği, diyet ve düzenli egzersiz alışkanlığı kazanmak olduğunu, günde en az yarım saat, bir saat yürüyüş basit koşu, yüzme, bisiklet kullanmak olduğunun altını çiziyor.
"BAZI KİŞİLER DOĞAL YOLLARLA TEDAVİYE CEVAP VERİYOR"
Kan şekerinde ara ara yükselme olduğunu ve gizli şekerin ortaya çıkabildiğini belirten Serter, şöyle devam ediyor: "Aslında diyabet ben geliyorum diyor. Gizli şeker teşhisi koyduğumuz kişilere düzenli spor yapmalarını, sağlıklı beslenmelerini öneriyoruz. Şişman iseler kilo vermeleri gerekiyor. Çünkü diyabete giden yolun önünü bir şekilde kesmek gerekiyor. Eğer insülin direnci çok yüksekse verilen bazı ilaçlarla diyabet geciktiriliyor. Genetik altyapı burada önemli rol oynuyor. Bazı kişiler doğal yollarla tedaviye daha iyi cevap veriyor, bazıları da ideal kiloya gelse de şeker düzeyinde istenilen iyileşme sağlanamayabiliyor."
"TİP 2 DİYABET ARTIK 10'LU YAŞLARDA DA GÖRÜLÜYOR"
Prof. Serter, tip 2 diyabetin artık 10'lu yaşlardaki çocuklarda görülmesiyle ilgili şu konulara dikkat çekiyor: "Tip 1 diyabet genetik nedenlerle çocuklarda ve gençlerde ortaya çıkıyor. Erişkin hastalığı olan tip 2 diyabet ise eskiden 50'li yaşlarda ortaya çıkarken, artık 10-12 yaşlarında bile görülmeye başladı. Bunun sebebi çocukların ve gençlerin sağlıksız bir şekilde beslenmeleri, spor yapmamaları ve buna bağlı aşırı kilo almalarıdır. Çocukları tıka basa, fast food tarzı yağlı yiyeceklerle, dengesiz ve düzensiz bir şekilde beslenmeye teşvik etmek yerine, içinde et, balık, tavuk, sebze, meyvelerin de bulunduğu, karbonhidrat, proteinlerin dengeli tüketildiği bir beslenme programının izlenmesi önemlidir."
Serder, diyabetin tedavisi ile ilgili her geçen yıl yeni ilaçlar ve insülin çeşitlerinin kullanıma girdiğini sözlerine ekledi.Kaynak.http://www.7gunsaglik.com
Doğumsal kaynaklı hastalıklar, genetik geçişli olabildiği gibi vücuttaki bazı organların görevini yapamamasından ya da kusurlu yapmasından kaynaklanıyor. Tip 1 diyabet çocukluk çağında görülen bir hastalıkken, tip 2 diyabet tamamen yanlış beslenme tercihleri ve hareketsizlik sonucunda ortaya çıkıyor.
Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Rüştü Serter, bilimsel araştırma sonuçlarına göre, son 10 yılda diyabetli hasta sayısının Türkiye'de yüzde 7'den yüzde 14'e ulaştığını söylüyor. Yanlış beslenme tercihleri, spor yapmama nedeniyle eskiden 50'li yaşlarda görülen tip 2 diyabetin artık, 10-12 yaşlarındaki çocuklarda bile ortaya çıktığını belirtiyor.
Toplumda sağlıklı beslenme ve egzersiz alışkanlığının yerleştirilmesi gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Rüştü Serter, diyabet hakkında şu bilgileri veriyor: "Diyabet vücudun kan şekeri düzeylerini istenilen düzeyde tutamamasıdır. Bu hastalığın sonucunda vücudumuzda, kan şekerinin yükselmesine bağlı olarak çeşitli organlarda hasar meydana geliyor. Gözler, böbrekler, kalp ve damarlar, sinirlerde hasar oluşuyor.
Normalde gün içinde açlık kan şekeri seviyesinin 100 mg/dl'nin altında, yemekten sonraki ikinci saatte tokluk şeker seviyesinin ise 140 mg/ dl'nin altında olması gerekiyor. Öğünlerden sonra ise kan şekeri seviyesinin genel olarak 200 mg/dl'yi geçmemesi gerekiyor. Diyabet hastalığının Tip 1 ve Tip 2 olmak üzere iki türü bulunuyor. Daha çok erişkinlerde ortaya çıkan Tip 2 diyabet, toplumda Tip 1 diyabete göre 10-15 kat fazla görülüyor. Tip 1 diyabet daha çocukluk veya ergenlik yaşlarında patlak veren, bazen de 20-25 yaşlarında bile ortaya çıkabilen bir hastalıktır."
"YÜRÜYÜŞ, YÜZME, KOŞU EN İYİ TEDAVİ"
Tip 1 diyabette vücutta insülin hormonu eksik olduğunu, tip 2'de ise vücutta insülin hormonu bulunduğunu vurgulayan Serter, tip 1 diyabetin tedavisinde hastaya dışarıdan insülin verildiğini dile getiriyor. Tip 2 diyabetin tedavisinde ise ilaçlarla vücuttaki insülin hormonunun etkisinin artırıldığını vurguluyor. Serter, hangi tip diyabet olursa olsun hastalığın bir numaralı tedavisinin, yaşam tarzı değişikliği, diyet ve düzenli egzersiz alışkanlığı kazanmak olduğunu, günde en az yarım saat, bir saat yürüyüş basit koşu, yüzme, bisiklet kullanmak olduğunun altını çiziyor.
"BAZI KİŞİLER DOĞAL YOLLARLA TEDAVİYE CEVAP VERİYOR"
Kan şekerinde ara ara yükselme olduğunu ve gizli şekerin ortaya çıkabildiğini belirten Serter, şöyle devam ediyor: "Aslında diyabet ben geliyorum diyor. Gizli şeker teşhisi koyduğumuz kişilere düzenli spor yapmalarını, sağlıklı beslenmelerini öneriyoruz. Şişman iseler kilo vermeleri gerekiyor. Çünkü diyabete giden yolun önünü bir şekilde kesmek gerekiyor. Eğer insülin direnci çok yüksekse verilen bazı ilaçlarla diyabet geciktiriliyor. Genetik altyapı burada önemli rol oynuyor. Bazı kişiler doğal yollarla tedaviye daha iyi cevap veriyor, bazıları da ideal kiloya gelse de şeker düzeyinde istenilen iyileşme sağlanamayabiliyor."
"TİP 2 DİYABET ARTIK 10'LU YAŞLARDA DA GÖRÜLÜYOR"
Prof. Serter, tip 2 diyabetin artık 10'lu yaşlardaki çocuklarda görülmesiyle ilgili şu konulara dikkat çekiyor: "Tip 1 diyabet genetik nedenlerle çocuklarda ve gençlerde ortaya çıkıyor. Erişkin hastalığı olan tip 2 diyabet ise eskiden 50'li yaşlarda ortaya çıkarken, artık 10-12 yaşlarında bile görülmeye başladı. Bunun sebebi çocukların ve gençlerin sağlıksız bir şekilde beslenmeleri, spor yapmamaları ve buna bağlı aşırı kilo almalarıdır. Çocukları tıka basa, fast food tarzı yağlı yiyeceklerle, dengesiz ve düzensiz bir şekilde beslenmeye teşvik etmek yerine, içinde et, balık, tavuk, sebze, meyvelerin de bulunduğu, karbonhidrat, proteinlerin dengeli tüketildiği bir beslenme programının izlenmesi önemlidir."
Serder, diyabetin tedavisi ile ilgili her geçen yıl yeni ilaçlar ve insülin çeşitlerinin kullanıma girdiğini sözlerine ekledi.Kaynak.http://www.7gunsaglik.com
Sinüzit Nedir, Nasıl Oluşur?
Şakaklarda, alında, burnun her iki tarafında ve çenede yer alan kemik boşlukları sinüs olarak adlandırılmaktadır. Bruno açılan mukozanın (burun sıvısı) iltihaplanmasına sinüzit adı vermektedir.
Sinüzit akut ve kronik olmak üzere iki çeşittir ve nedenleti de çeşitlerine göre değişiklik arzetmektedir.
Akut sinüzit daha çok solunum yolu solunum yolu enfeksiyonu neticesinde meydana gelmektedir. Sinüs ve burunda meydana gelen şişlikler, mukozanın sinüslerde burun akışını engelleyerek sinüs içerisinde birikir ve buna bağlı olarak bakteri oluşumuna ve iltihaplanmaya neden olur.
Kronik sinüzite neden olan etkenler ise burundaki şekil bozuklukları, kalıtsal hastalıklar, geniz eti ve alerji gibi durumlardır.
Belirtileri
Sinüzit hastalığının genel belirtileri arasında burun akıntısı,sarı-yeşil renkte olması, burun tıkanıklığı, ateş, baş ağrısı, yüzde ve daha çok burun üst kısmı ile gözler arasında ağrı, halsizlik yer almaktadır.
Tedavisi
Akut sinüzitte genellikle ilaç tedavisi uygulanırken, kronik sinüzitte ise genel olarak cerrahi müdahale gerekmektedir.
Kaynak.7gunsaglik
Sinüzit akut ve kronik olmak üzere iki çeşittir ve nedenleti de çeşitlerine göre değişiklik arzetmektedir.
Akut sinüzit daha çok solunum yolu solunum yolu enfeksiyonu neticesinde meydana gelmektedir. Sinüs ve burunda meydana gelen şişlikler, mukozanın sinüslerde burun akışını engelleyerek sinüs içerisinde birikir ve buna bağlı olarak bakteri oluşumuna ve iltihaplanmaya neden olur.
Kronik sinüzite neden olan etkenler ise burundaki şekil bozuklukları, kalıtsal hastalıklar, geniz eti ve alerji gibi durumlardır.
Belirtileri
Sinüzit hastalığının genel belirtileri arasında burun akıntısı,sarı-yeşil renkte olması, burun tıkanıklığı, ateş, baş ağrısı, yüzde ve daha çok burun üst kısmı ile gözler arasında ağrı, halsizlik yer almaktadır.
Tedavisi
Akut sinüzitte genellikle ilaç tedavisi uygulanırken, kronik sinüzitte ise genel olarak cerrahi müdahale gerekmektedir.
Kaynak.7gunsaglik
Sara Hastalığı Ve Tedavisi
Bilindiği üzere sara, bir çeşit sinir hastalığıdır. Dalgınlık, bilinç kaybı kasılma kendinden geçmek gibi belirtilerle kendini göstermektedir.
Nedenleri
Oluşumu kesin bir sebebe bağlanamamakla birlikte, en çok gözlenen nedenleri arasında alkol ve madde bağımlılığı, doğum esnasında yaşanan beyin hasarı ve yaralanmaları, beyin urları gelmektedir.
Belirtileri
Sara nöbeti herhangi bir tetikleyici unsur olmadan ortaya çıkabileceği gibi, alkol kullanımı, stres, yanlış beslenme, uykusuzluk gibi etkilerle de ortaya çıkabilmektedir.
Tedavisi
Sara hastalığı genel olarak doktorun önerdiği ilaçlar düzenli bir şekilde kullanıldığında büyük ölçüde kontrol altına alınabilmektedir. Aynı zamanda tüm hastalara cerrahi müdahale uygulamak gerekmektedir. Uygun bir tedavi için doktora başvurmak gerekir.
Sara hastaları nöbet esnasında bilinç kaybına uğradıkları için herhangi bir yere kolayca çarparak darbe alabilirler. Bundan dolayı yaşadıkları ortamların, onların bu özel durumların dikkate alınarak düzenlenmesi gerekmektedir. Yerler yumuşak zeminler ile donatılmalı, ortamda sivri uçlu eşyalar bulundurulmamalı, etraftaki insanların hastanın durumundan haberdar edilmeli, ve hastanın taşıt kullanma hiçbir şekilde izin verilmemelidir.
Kaynak.7gunsaglik
Nedenleri
Oluşumu kesin bir sebebe bağlanamamakla birlikte, en çok gözlenen nedenleri arasında alkol ve madde bağımlılığı, doğum esnasında yaşanan beyin hasarı ve yaralanmaları, beyin urları gelmektedir.
Belirtileri
Sara nöbeti herhangi bir tetikleyici unsur olmadan ortaya çıkabileceği gibi, alkol kullanımı, stres, yanlış beslenme, uykusuzluk gibi etkilerle de ortaya çıkabilmektedir.
Tedavisi
Sara hastalığı genel olarak doktorun önerdiği ilaçlar düzenli bir şekilde kullanıldığında büyük ölçüde kontrol altına alınabilmektedir. Aynı zamanda tüm hastalara cerrahi müdahale uygulamak gerekmektedir. Uygun bir tedavi için doktora başvurmak gerekir.
Sara hastaları nöbet esnasında bilinç kaybına uğradıkları için herhangi bir yere kolayca çarparak darbe alabilirler. Bundan dolayı yaşadıkları ortamların, onların bu özel durumların dikkate alınarak düzenlenmesi gerekmektedir. Yerler yumuşak zeminler ile donatılmalı, ortamda sivri uçlu eşyalar bulundurulmamalı, etraftaki insanların hastanın durumundan haberdar edilmeli, ve hastanın taşıt kullanma hiçbir şekilde izin verilmemelidir.
Kaynak.7gunsaglik
Saç Dökülmesinin Sebepleri Ve Çareleri
Doğal ve dengeli beslenerek ve uzmanların önerileri ile saç dökülmelerine son verin.
Modern yaşamın getirdiği sorunlardan biriside saç dökülmesi! Babalarımızın 40'lı yaşlardan itibaren yaşadığı sorun günümüzde 20'li yaşlara inmiş durumda.
Üstelik sadece erkeklerin değil kadınlarında saçı daha erken ve fazla dökülüyor, zayıflıyor. Uzman doktorlar bu konuya dikkat çekerek şunları söyledi:
Prof. Dr. Sibel Alper: Saç dökülmeleri son yıllarda karşılaşılan dermatolojik sorunlardan biri malesef artık çok genç yaşlarda başvuruyor hastalarımız. Saç dökülmeleri çok çeşitli, bazıları liken planus, diskoid gibi deri hastalıklarına bağlı olabiliyor.
Bağışıklık sisteminin yanlış sinyaller vermesi ile oluşuyor ve stres çok önemli bir tetikleyici. Çocuklarda sınav dönemlerinde görülebiliyor.
Sevindirici olan tedavinin yardımı ile 3 ayda %70 düzeliyor ama özellikle allerjik yatkınlığı olan bireylerde tekrarlama niteliğinde.
Saçlar çok sıcak suda yıkanmamalı, yıkadıktan sonra argan yağı gibi bir nemlendirici kullanılmalıdır.
Dökülen saça mümkünse hiç kimyasal işlem, sıcak fön, düzleştirici uygulanmamalıdır.
Dr. Özgür Şamilgil, beslenmenin saç sağlığı üzerine dikkatine çekerken "Doğru beslenmek, düzenli uyku, fiziksel egzersiz ve sigara kullanmamak ilk koşullardandır. "
"Ayrıca ağır metaller, ilaç artıkları içeren kirli şebeke suyuyla yıkanma, tarım ilaçları içeren sebze ve meyve tüketimi, guatr bozukluğu saç dökülmelerinde büyük rol oynuyor."
Yard. Doç. Dr. Zahide Eriç: Ani saç kaybı psikiyatrik bir sebeple, ameliyat sonrası veya geçirilen bir hastalık sebebiyle olabilir.
Hormonal düzensizlikler ve değişiklikler ise gebelikte, doğum sonrası, menopozun başlangıcında veya doğum kontrol haplarının ani kesilmesiyle geçici saç kayıplarına yol açabilir.
Kanser, depresyon, kalp hastalıkları, tansiyon yüksekliği, romatizmal hastalıklar için kullanılan bazı ilaçlar saçta dökülme yapıyor.
Ayrıca psikolojik sebeplerle oluşan saç çekme hastalığıyla ve saçları sıkı toplama şekliyle de bazı alanlarda saç dökülmesi olabilir!
Peki saç dökülmesine karşı neler yemeliyiz?
Fazla tarım ilaçları içermeyen, organik yetiştirilmiş bitkisel ve hayvansal besinler.
B vitaminleri, magnezyum ve demirden zengin, çiğ tüketilen koyu yeşil yapraklı sebzeler(ıspanak, brokoli, marul, roka, semizotu, nane, maydonoz, kekik vb) tam tahıllı buğday...
Antioksidan özelliği fazla olan koyu kırmızı, mor, sarı, turuncu renkli çilek, kiraz, vişne, domates, incir, yaban mersini, karadut, ahududu gibi meyveler.
Kaliteli, organik hayvansal protein: Kırmızı et, sakatat, tavuk, soğuk su deniz mahsulleri(somon, istiridye gibi) yumurta sarısı, keçi sütü, eski peynir.
Ev yapımı kefir, yoğurt, boza, turşu gibi faydalı bakteri içeren fermente besinler.
Soğuk sızma zeytinyağı ve hindistancevizi yağı...
Ayrıca yoga, akupunktur ve masajda saç dökülmesine karşı iyi gelen yöntemler olarak biliniyor.Kaynak.http://www.7gunsaglik.com
Modern yaşamın getirdiği sorunlardan biriside saç dökülmesi! Babalarımızın 40'lı yaşlardan itibaren yaşadığı sorun günümüzde 20'li yaşlara inmiş durumda.
Üstelik sadece erkeklerin değil kadınlarında saçı daha erken ve fazla dökülüyor, zayıflıyor. Uzman doktorlar bu konuya dikkat çekerek şunları söyledi:
Prof. Dr. Sibel Alper: Saç dökülmeleri son yıllarda karşılaşılan dermatolojik sorunlardan biri malesef artık çok genç yaşlarda başvuruyor hastalarımız. Saç dökülmeleri çok çeşitli, bazıları liken planus, diskoid gibi deri hastalıklarına bağlı olabiliyor.
Bağışıklık sisteminin yanlış sinyaller vermesi ile oluşuyor ve stres çok önemli bir tetikleyici. Çocuklarda sınav dönemlerinde görülebiliyor.
Sevindirici olan tedavinin yardımı ile 3 ayda %70 düzeliyor ama özellikle allerjik yatkınlığı olan bireylerde tekrarlama niteliğinde.
Saçlar çok sıcak suda yıkanmamalı, yıkadıktan sonra argan yağı gibi bir nemlendirici kullanılmalıdır.
Dökülen saça mümkünse hiç kimyasal işlem, sıcak fön, düzleştirici uygulanmamalıdır.
Dr. Özgür Şamilgil, beslenmenin saç sağlığı üzerine dikkatine çekerken "Doğru beslenmek, düzenli uyku, fiziksel egzersiz ve sigara kullanmamak ilk koşullardandır. "
"Ayrıca ağır metaller, ilaç artıkları içeren kirli şebeke suyuyla yıkanma, tarım ilaçları içeren sebze ve meyve tüketimi, guatr bozukluğu saç dökülmelerinde büyük rol oynuyor."
Yard. Doç. Dr. Zahide Eriç: Ani saç kaybı psikiyatrik bir sebeple, ameliyat sonrası veya geçirilen bir hastalık sebebiyle olabilir.
Hormonal düzensizlikler ve değişiklikler ise gebelikte, doğum sonrası, menopozun başlangıcında veya doğum kontrol haplarının ani kesilmesiyle geçici saç kayıplarına yol açabilir.
Kanser, depresyon, kalp hastalıkları, tansiyon yüksekliği, romatizmal hastalıklar için kullanılan bazı ilaçlar saçta dökülme yapıyor.
Ayrıca psikolojik sebeplerle oluşan saç çekme hastalığıyla ve saçları sıkı toplama şekliyle de bazı alanlarda saç dökülmesi olabilir!
Peki saç dökülmesine karşı neler yemeliyiz?
Fazla tarım ilaçları içermeyen, organik yetiştirilmiş bitkisel ve hayvansal besinler.
B vitaminleri, magnezyum ve demirden zengin, çiğ tüketilen koyu yeşil yapraklı sebzeler(ıspanak, brokoli, marul, roka, semizotu, nane, maydonoz, kekik vb) tam tahıllı buğday...
Antioksidan özelliği fazla olan koyu kırmızı, mor, sarı, turuncu renkli çilek, kiraz, vişne, domates, incir, yaban mersini, karadut, ahududu gibi meyveler.
Kaliteli, organik hayvansal protein: Kırmızı et, sakatat, tavuk, soğuk su deniz mahsulleri(somon, istiridye gibi) yumurta sarısı, keçi sütü, eski peynir.
Ev yapımı kefir, yoğurt, boza, turşu gibi faydalı bakteri içeren fermente besinler.
Soğuk sızma zeytinyağı ve hindistancevizi yağı...
Ayrıca yoga, akupunktur ve masajda saç dökülmesine karşı iyi gelen yöntemler olarak biliniyor.Kaynak.http://www.7gunsaglik.com
Diş Çıkarma Ürünleri Ve Çözümleri
Diş çıkaran bebeğinize yardımcı olabilirsiniz. Güvenli bir şekilde çiğneme ve emmesini sağlayabilirsiniz.
Bu süreçteki rahatsızlığını hafifletmek mümkün. Halka, diş kaşıyıcıları, oyuncaklar gibi şeyleri inceleyelim. Dişlikler toksik olmayan maddelerden yapılan diş çıkarma sürecinde kaşıntı ve rahatsızlığı gideren bir kurtarıcıdır. Farklı boyut ve şekillerde diş kaşıma halkaları da diğer bir seçeneğiniz. Kauçuktan imal edilen bu ürünlerin güvenilir olduğundan emin olup alın.
Sürekli bulaşık makinesinde yüksek sıcaklıkta yıkayın. Bebeğinizin boynuna bir bez ya da askı gibi bir iple diş kaşıyıcıları asmayın. Bu çok risklidir boğulabilir. Sizin gözetiminizde dişlerini kaşısın. Diş çıkarma döneminde bebekler beslenme karşıtıdır. Hassas olan diş etleri sürekli kanar.
Rahatsızlığı rahatlatan bir öneri buzla hassas yerleri ovmaktır. Soğuk sıvı gıdalar verin ve hemen sonra besleyin. Tuzlu ve baharatlı ürünler vermeyin. Elma ya da şeftali püresi ve yoğurdu soğuk olarak yavaşça yedirin. Doktorunuzun tavsiyesi olan bir ağrı giderici ile diş çıkarma dönemi sorunsuz atlatılabilir..Kaynak.http://www.7gunsaglik.com
Bu süreçteki rahatsızlığını hafifletmek mümkün. Halka, diş kaşıyıcıları, oyuncaklar gibi şeyleri inceleyelim. Dişlikler toksik olmayan maddelerden yapılan diş çıkarma sürecinde kaşıntı ve rahatsızlığı gideren bir kurtarıcıdır. Farklı boyut ve şekillerde diş kaşıma halkaları da diğer bir seçeneğiniz. Kauçuktan imal edilen bu ürünlerin güvenilir olduğundan emin olup alın.
Sürekli bulaşık makinesinde yüksek sıcaklıkta yıkayın. Bebeğinizin boynuna bir bez ya da askı gibi bir iple diş kaşıyıcıları asmayın. Bu çok risklidir boğulabilir. Sizin gözetiminizde dişlerini kaşısın. Diş çıkarma döneminde bebekler beslenme karşıtıdır. Hassas olan diş etleri sürekli kanar.
Rahatsızlığı rahatlatan bir öneri buzla hassas yerleri ovmaktır. Soğuk sıvı gıdalar verin ve hemen sonra besleyin. Tuzlu ve baharatlı ürünler vermeyin. Elma ya da şeftali püresi ve yoğurdu soğuk olarak yavaşça yedirin. Doktorunuzun tavsiyesi olan bir ağrı giderici ile diş çıkarma dönemi sorunsuz atlatılabilir..Kaynak.http://www.7gunsaglik.com
Miyom – Fibroid Nedir? Belirtileri, Nedenleri Ve Tedavisi
Miyom yani bilinen adıyla fibroidler, rahim içinde veya çevresinde gelişen iyi huylu bir tümördür.
Rahim duvarı ve dokusundaki düz kasları etkiler. Miyomlar doğurganlık çağındaki kadınlarda %20sini etkileyebilen bir tıbbi durumdur. Siyahi kadınlarda 30 yaşından sonra bu risk beyaz kadınlara göre çok daha fazladır. Obez, kilolu ve doğum yapan kadınlar daha çok risk altındadır. Östrojen düzeyi yükseldikçe miyom boyutu da artar. Karın ağrısı, anormal vajinal kanama, idrar zorluğu, cinsel ilişkide ağrı gibi belirtileri olabilir. Bazı kadında belirti gözlenmez. İdrarda enfeksiyonla mesaneye baskı kurulabilir.
Vajinal kanama, baş dönmesi, taşikardi, bayılma ve bilinç kaybında acil müdahale gereklidir. Karın, pelvik ve bel ağrısı, karında basınç ve şişlik, adette aşırı kanama ve ağrı, cinsel ilişkide ağrı, idrar tutamama, solunum nefes sorunları, baş bilinç sorunları acil yardım gerektirir. Kadınlık hormonu östrojenle ilgili olarak ortaya çıkar. Çocuk doğurma çağında yüksek oranda görülebilir. Pelvik muayene ve abdominal ultrason gereklidir. Tedavi kadının yaşına ve sağlık durumuna bağlıdır. Hormon hapları, rahmin alınması, miyomun alınması, rahim içi korunma aracının çıkarılması, miyom akımının kesilmesi ve ilaç tedavisi mümkündür..Kaynak.http://www.7gunsaglik.com.tr,
Rahim duvarı ve dokusundaki düz kasları etkiler. Miyomlar doğurganlık çağındaki kadınlarda %20sini etkileyebilen bir tıbbi durumdur. Siyahi kadınlarda 30 yaşından sonra bu risk beyaz kadınlara göre çok daha fazladır. Obez, kilolu ve doğum yapan kadınlar daha çok risk altındadır. Östrojen düzeyi yükseldikçe miyom boyutu da artar. Karın ağrısı, anormal vajinal kanama, idrar zorluğu, cinsel ilişkide ağrı gibi belirtileri olabilir. Bazı kadında belirti gözlenmez. İdrarda enfeksiyonla mesaneye baskı kurulabilir.
Vajinal kanama, baş dönmesi, taşikardi, bayılma ve bilinç kaybında acil müdahale gereklidir. Karın, pelvik ve bel ağrısı, karında basınç ve şişlik, adette aşırı kanama ve ağrı, cinsel ilişkide ağrı, idrar tutamama, solunum nefes sorunları, baş bilinç sorunları acil yardım gerektirir. Kadınlık hormonu östrojenle ilgili olarak ortaya çıkar. Çocuk doğurma çağında yüksek oranda görülebilir. Pelvik muayene ve abdominal ultrason gereklidir. Tedavi kadının yaşına ve sağlık durumuna bağlıdır. Hormon hapları, rahmin alınması, miyomun alınması, rahim içi korunma aracının çıkarılması, miyom akımının kesilmesi ve ilaç tedavisi mümkündür..Kaynak.http://www.7gunsaglik.com.tr,
Bebeklerde 1 Yaşından İtibaren Beslenme
Yumurta 1 yaşından itibaren bebeklere mutlaka yedirilmeli. Bu besin kaynağı gelişimleri için şart.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Raşit Vural Yağcı, bir yaşını dolduran çocukların günde bir yumurta tüketmesi gerektiğini söyledi.
Yağcı, çocuklardaki demir eksikliğinin kırmızı et ve yumurtayla karşılanabileceğini belirtti. Kırmızı et alamayan ailelere yumurtayı öneren Yağcı, "Yumurta, anne sütünden sonra en değerli proteindir. Yumurta ayrıca proteinleri açısından vücutta kalıcılığı yüzde 100 en değerli bir besin kaynağıdır" dedi.
1 YAŞINI GEÇTİYSE HER GÜN 1 YUMURTA
Belirli bir ısıda saklanan yumurtadan bir canlı çıktığını, başka bir besinde böyle bir özelliğin olmadığını belirten Yağcı, şöyle konuştu:
"Bir yaşını dolduran çocuğa anne sütü yüksek olmayan proteinlerinden dolayı yetersiz kalacağı için hayvansal proteinleri öneriyoruz. Burada da yumurta ilk tercihimizdir. Dolayısıyla bir yaşını dolduran çocukların günde bir yumurta tüketmesi gerekir. Protein, kalsiyum ve demir kaynaklarını düşünmemiz lazım. Her ailenin kendi kültürü ve ekonomik yapısına göre bir uygunluğu vardır. Kırmızı et bugün 25-35 lira bandında seyrediyor. Dolayısıyla kırmızı et alamıyorsak onun yerine yumurta tercih edilmelidir."
YAZIN YENMEZ DENİR ANCAK ALERJİ YUMURTAYLA ALAKALI OLMAYABİLİR
Halk arasında "yazın yumurta yenmez, sıcakta dokunur" anlayışı olduğunu anımsatan Yağcı, alerjik durumların yumurtaya bağlanmasını doğru olmadığını savundu.
Hamilelere de yumurta tüketmelerini tavsiye eden Yağcı, "Bunun yanında 'sarılık geçiren çocuğa yumurta yedirilmez' anlayışı da yanlış. Benim bildiğim 'karaciğer nakli gerekiyor' denilene kadar yumurta tüketilebilir. Hamile bir anneye günde iki yumurta demek ona ve çocuğuna yapılmış en büyük iyiliktir" ifadelerini kullandı.
Yağcı, yumurtaya karşı alerjisi ve ailede kolesterole bağlı genlerle geçen yağ bozukluğu olmayan çocukların yumurta yemesinin alacağı protein değeri bakamından önemli olduğunu sözlerine ekledi.Kaynak.http://www.7gunsaglik.com
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Raşit Vural Yağcı, bir yaşını dolduran çocukların günde bir yumurta tüketmesi gerektiğini söyledi.
Yağcı, çocuklardaki demir eksikliğinin kırmızı et ve yumurtayla karşılanabileceğini belirtti. Kırmızı et alamayan ailelere yumurtayı öneren Yağcı, "Yumurta, anne sütünden sonra en değerli proteindir. Yumurta ayrıca proteinleri açısından vücutta kalıcılığı yüzde 100 en değerli bir besin kaynağıdır" dedi.
1 YAŞINI GEÇTİYSE HER GÜN 1 YUMURTA
Belirli bir ısıda saklanan yumurtadan bir canlı çıktığını, başka bir besinde böyle bir özelliğin olmadığını belirten Yağcı, şöyle konuştu:
"Bir yaşını dolduran çocuğa anne sütü yüksek olmayan proteinlerinden dolayı yetersiz kalacağı için hayvansal proteinleri öneriyoruz. Burada da yumurta ilk tercihimizdir. Dolayısıyla bir yaşını dolduran çocukların günde bir yumurta tüketmesi gerekir. Protein, kalsiyum ve demir kaynaklarını düşünmemiz lazım. Her ailenin kendi kültürü ve ekonomik yapısına göre bir uygunluğu vardır. Kırmızı et bugün 25-35 lira bandında seyrediyor. Dolayısıyla kırmızı et alamıyorsak onun yerine yumurta tercih edilmelidir."
YAZIN YENMEZ DENİR ANCAK ALERJİ YUMURTAYLA ALAKALI OLMAYABİLİR
Halk arasında "yazın yumurta yenmez, sıcakta dokunur" anlayışı olduğunu anımsatan Yağcı, alerjik durumların yumurtaya bağlanmasını doğru olmadığını savundu.
Hamilelere de yumurta tüketmelerini tavsiye eden Yağcı, "Bunun yanında 'sarılık geçiren çocuğa yumurta yedirilmez' anlayışı da yanlış. Benim bildiğim 'karaciğer nakli gerekiyor' denilene kadar yumurta tüketilebilir. Hamile bir anneye günde iki yumurta demek ona ve çocuğuna yapılmış en büyük iyiliktir" ifadelerini kullandı.
Yağcı, yumurtaya karşı alerjisi ve ailede kolesterole bağlı genlerle geçen yağ bozukluğu olmayan çocukların yumurta yemesinin alacağı protein değeri bakamından önemli olduğunu sözlerine ekledi.Kaynak.http://www.7gunsaglik.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)