Griple Aranıza '1 Metre' Mesafe Koyun

Gripten korunmak için en etkili yöntem aşı olmaktır. Risk grubundaki kişilerin aşı olması gerekir
 
Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, gripten korunmak için alınacak bazı kişisel önlemler olduğuna işaret ederek, "Bunlardan biri de hasta kişilerle mümkün olduğu kadar temas etmemektir. Bir metre mesafe çok kritik bir mesafedir. Hasta kişiye 1 metreden fazla yaklaşmak virüs bulaşma riskini artırır" dedi.
Prof. Dr. Ceyhan, dünyada her yıl yaklaşık 500 bin kişinin gripten öldüğüne dikkati çekti. Gribin ölüme yol açabilen önemli bir bulaşıcı hastalık olduğunu vurgulayan Ceyhan, hastalığın önemli olmasının alınacak koruyucu tedbirleri de önemli kıldığını belirtti.
Gribe yol açan çok sayıda virüs olduğunu anlatan Ceyhan, halk arasında "domuz gribi" olarak bilinen A/H1N1 virüsünün artık domuzlardan insanlara bulaşmadığını, diğer grip virüsleri gibi insandan insana bulaştığı için "domuz gribi" denmesinin bir anlamı bulunmadığını söyledi.
A/H1N1 virüsünde de diğer grip virüslerindeki gibi insanların genel anlamda korunmak için bazı önlemler alması gerektiğini dile getiren Ceyhan, en önemli tedbirin el yıkamak olduğunun altını çizdi.
Virüslerin temasla ve hava yoluyla geçtiğini bildiren Ceyhan, şöyle devam etti:
"Toplu alanlarda bulunmak zorundayız, alışveriş merkezleri, metro, otobüs gibi. Gripli bir kişi eline hapşırdığında, eliyle bir objeyi tuttuğunda ve biz de aynı objeyi tutup elimizi ağzımıza ya da gözümüze sürdüğümüzde grip virüsü bize de bulaşmış oluyor. Bu yüzden el temizliğimize özen göstermeliyiz. Şüphe duyduğumuz her durumda elimizi sabunla yıkamalıyız. Her durumda elimizi yıkama imkanı bulamayız. O zaman yanımızda küçük sıvı el dezenfeksiyonları taşımalıyız. Burada dikkat etmemiz gereken husus, bu dezenfeksiyonlardaki alkol oranının yüzde 60'ın üzerinde olması. Islak mendillerde alkol olmadığı için ya da alkol oranı çok düşük olduğu için dezenfekte edici özellik bulunmamaktadır."
 "1 metre kritik mesafe"

Prof. Dr. Ceyhan, gripli kişilerle temastan kaçınılması gerektiğine işaret ederek, "Gripten korunmak için alınacak bazı kişisel önlemler vardır. Bunlardan biri de hasta kişilerle mümkün olduğu kadar temas etmemektir. Bir metre mesafe çok kritik bir mesafedir. Hasta kişiye 1 metreden fazla yaklaşmak virüs bulaşma riskini artırır" diye konuştu.
Hasta kişiler hapşırdığında ya da öksürdüğünde havaya yayılan partiküllerin teneffüs edilmesi durumunda da gribe yakalanılacağını anlatan Ceyhan, şunları kaydetti:
"Gribe soğuk havanın yol açtığı gibi bir algı var. Gribe yol açan virüsler soğuk ortamda daha uzun yaşayabiliyor. Soğuk havalarda kapalı, havalandırılmamış ortamlarda daha uzun kalıyoruz. Bu yüzden grip soğuk havalarda daha çok yayılıyor. Solunum yoluyla sadece grip değil, tonsilit, sinüzit, kulak iltihabı gibi hastalıklar da insandan insana geçiyor. Gripten korunmak için mümkün olduğu kadar hasta insanın bulunduğu ortama girmekten kaçınmak lazım. Toplumumuzda selamlaşırken tokalaşmak, sarılmak, yanak yanağa öpüşmek alışkanlığı var. Bu, gribe yakalanma riskini artırdığı için hasta olduğunu düşündüğünüz kişilerle mümkün olduğu kadar mesafeli selamlaşmak gerekir. Genellikle insanlar ellerine hapşırdıkları için tokalaşmışsak ellerimizi yıkamalı ya da dezenfektanla silmeliyiz."
En etkili yöntem aşı olmak

Gripten korunmak için hapşırırken ya da öksürürken avuç içine değil kol içi ya da mendil kullanılmasının alışkanlık haline getirilmesi gerektiğini belirten Ceyhan, hasta kişilerin evlerinde istirahat etmeleri, toplumdan uzaklaştırılmaları için çalışıyorlarsa rapor verilmesi gerektiğini vurguladı.
Ceyhan, "65 yaş ve üzerindekiler, kronik kalp ve akciğer hastalığı olan yetişkinler ve çocuklar, böbrek hastalığı olanlar, şeker hastalığı olanlar, sağlık personeli ve hastane çalışanları, okul, fabrika gibi topluluklarda, bakımevlerinde kalan ve sürekli hastalığı olanların grip aşısı yaptırması lazım. Gripten korunmak için en etkili yöntem aşı olmaktır. Risk grubundaki kişilerin aşı olması gerekir" ifadelerini kullandı.
Kaynak : AA
Kaynak.haber7

Solunum Sıkıntısı Çeken Hastada H1N1 Şüphesi

Bartın’da solunum sıkıntısı şikayetiyle hastaneye başvuran hasta; H1N1 şüphesiyle Bülent Ecevit Üniversitesi Hastanesi’ne sevk edildi.

Edinilen bilgiye göre, Bartın’da yaşayan 36 yaşındaki M.K. solunum sıkıntısı şikayetiyle Bartın’daki hastaneye başvurdu. Burada ilk tetkikleri yapılan hasta H1N1 virüsü şüphesi nedeniyle Bülent Ecevit Üniversitesi Hastanesi’ne sevk edildi. Burada ilk müdahalesi yapılan M.K.’nın durumunun kritik olduğu öğrenilirken tedavisinin ise solunumsal yoğun bakım ünitesinde devam ettiği öğrenildi.
Hastanın tahlilerinin laboratuvarda incelendiği öğrenilirken sağlık ekiplerinin çalışmaları sürüyor. Öte yandan öğlen saatlerinde Uzun mehmet Göğüs ve Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne başvuran ve H1N1 şüphesiyle Atatürk Devlet Hastanesi’ne kaldırılan E.Ö.’nün tedavisi sürüyor. Yine öğlen saatlerinde Uzunmehmet Göğüs ve Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne başvuran K.K. ise H1N1 şüphesiyle Bolu’daki özel bir hastaneye sevk edilmişti. Kaynak : İHA

Anne Adaylarının Diş Sağlığı Çok Önemli

Gebe kalmayı planlayanlara uyarı. Öncesinde ağız ve diş sağlığı mutlaka kontrol ettirilmeli.

Abant İzzet Baysal Üniversitesi (AİBÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İsmet Duran, diş eti rahatsızlıklarının hamilelerde çok hızlı ilerlediğini, düşük ve erken doğuma neden olduğunu söyledi.

Duran, AA muhabirine, diş eti rahatsızlıklarının dişleri çevreleyen  dokuların iltihaplanmasıyla ortaya çıktığını, en büyük etkenin bakteri plağı  olduğunu anlattı.

Ağızdaki bakterilerin çoğalmasının rahatsızlıkları tetiklediğine  dikkati çeken Duran, "Diş eti rahatsızlığında klinik olarak ilk belirti,  kanamayla gözlenir, fırçalarken, herhangi bir şeyi ısırırken veya kendiliğinden  olabilir. Kanamanın şiddeti, diş eti rahatsızlığının boyutunu gösterir" diye  konuştu.

Rahatsızlığın önlenmesi için ağızdaki bakteri plağının temizlenmesi  gerektiğini kaydeden Duran, dişlerin arasında kalan yemek artıklarının bakteri  plağına neden olduğunu vurguladı.

Duran, bakteri plağını engellemenin en basit yönteminin günde 3 kez  dişleri fırçalamak olduğunu belirterek, diş eti kanamasının artması halinde  hekimden destek almak gerektiğini dile getirdi.

 "Hamilelerde diş eti rahatsızlığı"

Hamilelerde ve çocuklardaki diş eti rahatsızlıklarına gereken önemin  verilmediğine işaret eden Duran, gebelikteki vakaların ciddi sonuçlar  doğurabileceğini söyledi.

Hamilelikte hormon dengesi bozulduğu için bazı rahatsızlıkların daha  etkili olabildiğini aktaran Duran, "Bir birim bakteriye, hamile olmayan bayandaki  cevapla, hamilelerdeki cevap farklıdır. Hamileler, bir birim bakteriye çok fazla  tepki gösterir yani çok fazla kanama olabilir. Maalesef halk arasında yanlış  bilinen 'bir hamilelik, bir diş kaybı' anlayışının nedeni, hamilelik süresince  bakterilere maksimum cevap veren vücut dokusunun savunma yapamamasıdır" ifadesini  kullandı.

Çocuk sahibi olmak isteyen kadınların, hamilelik öncesinde ağız ve diş  sağlığı kontrolü yaptırması gerektiğini anlatan Duran, sözlerini şöyle tamamladı:

 "Hamile kalmadan ağız bakımlarının yapılması, hamile kaldıktan sonra  da bakımlarına çok daha fazla önem verilmesi gerekmektedir. Hamile bayanlarda  gelişen diş eti rahatsızlıkları çok hızlı ilerleyeceği için ciddi sağlık  sorunlarına neden olabilir. Son dönemde yapılan çalışmalar diş eti  rahatsızlığının hamilelerde daha ciddi görüldüğünü gösterdi. Şiddetli diş eti  rahatsızlıkları, hamilelerde düşük ve erken doğuma neden oluyor. Dolayısıyla bu  tür hastaların daha dikkatli davranması gerekmektedir."Kaynak.http://www.7gunsaglik.com

Bebeklerin Hayata Merhabalarında Yanında Olmak

Yeni doğanlarla ilgili en güncel ve faydalı bilgiler ve yeni doğan bebek bakımı hakkında incelikler..

Prof. Dr. Hilal Mocan ailelerin en çok merak ettiği o soruları yanıtladı...

Yeni doğmuş bir bebeğiniz var ve aklınızda onun bakımıyla ilgili sorular uçuşuyor. Aile büyüklerinin kiminden “Sıkı giydir”, kiminde “40’ı çıkmadan dışarı çıkarma” uyarıları geliyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Hilal Mocan, hayata yeni merhaba demiş bir bebekle ilgili merak edilen soruları şöyle yanıtlıyor.

1. Yeni doğmuş bebek çok üşür mü? Nasıl giydirilmelidir?
Bebeklerin ısı dengesi yaklaşık altı aylıkken düzene girer. Altı aydan küçük bebeklerde vücut yüzeyinin vücut ağırlığına oranı yüksek olduğundan ve vücutlarının titreme yeteneği olmadığından, soğuk havalarda biraz daha korunmaya ihtiyaçları vardır. Genellikle değişken hava koşulları göz önüne alınarak yapılacak en iyi şey, bebeği kat kat giydirmektir. İnce katlar tercih edilmeli, hava ani ısınırsa bu katlardan biri kolayca çıkarılabilmelidir. Soğuk havalarda yedek bir yelek, hırka ve battaniye taşınmalıdır. Hava sıcaklığı 16-22 derece gibi çok soğuk veya sıcak değilken, rüzgâr ve güneş yokken, bebek dışarı şapkasız çıkabilir. Soğuk havalarda ve yaz mevsiminde şapka önerilir. Bebek altı aylık olduktan sonra kendinizi yoklayın; siz üşüyorsanız o da üşüyordur, siz sıcaktan bunalıyorsanız o da bunalıyordur.

Araba içinde bebeğin aşırı ısınmasını önlemek için bebeğin şapkasını ve elbisesinin bir katını çıkarın. Mümkünse bebek arabaya binmeden önce, arabanın içini biraz serinletin. Bebek arabada iken direkt klimaya maruz kalmasın. Ya hiç klima çalıştırmadan, önceden serinletilmiş arabaya bindirin ya da çok düşük derecede ve alttan havalandırma yapacak şekilde klima çalıştırın.

Kıyafetlerini koton (pamuk) kumaşlardan seçin. Soğuk havalarda hırka veya yelek giyebilir. Bebeği dışarı çıkmadan önce besleyin. Özellikle soğuk havada vücudun ısı üretimi için daha çok enerji harcanır.

Kolay giydirilip çıkarılabilen giysiler seçin. Yaka geniş olmalı ve boyundan geçerken zorlanmamalı, kollar rahat olmalı, sırtta en az miktarda kapama yeri olmalı, tercihen kapama yeri omuz bölgesinde olmalıdır.

2. Yeni doğan bebek ne zaman dışarı çıkabilir, süresi ne olmalıdır?
Eskiden 2 hafta kuralı vardı. Bizim toplumumuzda da geleneksel olarak 40’ı çıkınca sokağa çıkabilir görüşü hâkimdi. Şimdi böyle bir kural yok. Bebek ve anne doğumdan sonra kendilerini toplayıp, doğum şoku periyodunu atlatınca, anne kendini yeteri kadar iyi ve güçlü hissedince bebeğini dışarı çıkarabilir görüşü var. Sonuçta bebek hastaneden eve gelirken de dışarı çıkmış oluyor. Bebek hava koşulları göz önüne alınıp doğru giydirilerek açık havaya, bahçeye çıkabilir. Rüzgârda kalmamalı, aşırı sıcak havada dışarıda kalma süresi kısaltılmalıdır. Güneş ışığına, kademeli olarak artırılarak, çok kısa süre (5-10 dakika kadar) maruz kalabilir. Hava çok sıcak olsa bile uyurken ısı kaybedeceği göz önüne alınarak üzerine ince bir pike örtülmelidir. Bebek güneş ışığına hapşırarak tepki verebilir, hemen üşüdüğünü düşünmeyin. Burnunu temizlemeye çalışıyor da olabilir.

Bebeği ilk ayda kalabalık, havasız yerlere, örneğin alışveriş merkezlerine götürmemeye çalışın. İlk ayda bebeğin bağışıklık sistemi düşüktür, daha kolay enfeksiyon gelişebilir. Dış dünyaya adapte olmaya çalıştığını akılda tutmak gerekir.

Yenidoğan bir bebek dışarıda önceleri 15 dakika kadar kalabilir. Bu süre giderek artırılarak 1 saate kadar çıkarılabilir.

3. Bir yaz bebeği ne zaman denize girebilir?
Bir bebek kafasını tam olarak kontrol edemezken havuza sokulmamalıdır. Başını rahatça 90 derece kaldırabilmelidir. Bu beceri genellikle 4-5. ayda kazanılır. Bebeğin gireceği suyun sıcaklığı 29-30 dereceden az olmamalıdır. Altı aydan küçük bir bebek bu ısı altında suya sokulmamalıdır. Hava ısısı da bu suyun ısısından en az 3 derece yüksek olmalıdır.

Bebek için genel yüzme havuzları uygun değildir. İshal, orta kulak iltihabı, mantar ve diğer cilt sorunları, kaşıntı, bulaşıcı hepatit, idrar yolu enfeksiyonu riski vardır. Evde özel aile havuzu varsa, iyi dezenfekte edilip, iyi ısıtılmak koşuluyla 5. aydan sonra havuza girebilir. Deniz için benim önerim, 6. aydan sonradır. Ancak hava 33 derece ve üstü, deniz suyu sıcaklığı 30 derece civarında olmalıdır.

4. Yeni doğan bebekler neden çok hıçkırır?
Hıçkırık, diyafram denilen, göğüs kafesiyle karnı ayıran yapının irritasyonuyla oluşur. Yeni doğan bebeğin mide kapasitesi küçüktür. Emme sırasında mide dolup gerilmeye başlayınca diyafram denilen yapı irrite olur ve hıçkırık başlayabilir. Zararlı değildir. Özellikle yenidoğanda normal bir durumdur. Hıçkırığa anne sütü ve az miktarda su iyi gelir. Bizim geleneklerimizde limon da vardır.

Mekanizması bilimsel olarak açıklanmasa da benim klinik deneyimlerime göre de bir damla limon hıçkırığı keser. Ancak iki damla da bebeği kusturabilir.

5. Yenidoğanın günde kaç kez kaka yapması normaldir?
Anne sütü ile beslenen bebek günde genelde 5 ile 8 kez kaka yapar. Rengi altın sarısı, kıvamı yumuşaktır. Bazı bebeklerde bu sayı daha azdır. Biz günde en az bir kez kaka yapmasını isteriz. Mamayla beslenen bebeklerde günlük kaka sayısı daha az, kıvam biraz daha şekillidir. Ancak mama bebeklerinde de günde en az bir kez kaka beklenmelidir.

Bebek kaka yapmakta zorlanıyorsa önce karın masajı yaparak bebek rahatlatılmaya çalışılır. Cevap alınmazsa çocuk doktoru ile görüşülür. Bebeğin anal bölgesi dikkatle muayene edilip, çıkışta darlık olup olmadığı değerlendirilmeli, ailede kabızlık araştırılmalıdır. Bebeğe banyo yaptırmak da bebeği rahatlatıp, kaka yapmayı kolaylaştırır. İnatçı kabızlık varsa doktorun önerilerine uymalıdır. Popo deliğine masaj ve hafif uyarı da kaka çıkışını kolaylaştırabilir.Kaynak.http://www.7gunsaglik.com

Sağlıklı Ağız Ve Dişlere Sahip Olmak

Ağız ve Diş Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Şule Çıldır, Türk toplumunda çürük görülme oranının yüzde 90’ların üzerinde olduğunu belirterek, sağlıklı ağız ve dişlere sahip olmanın yöntemlerini anlatıyor.

Son 10 yıl içerisinde Türkiye’nin, bilimsel ve modern diş hekimliği uygulamalarının yapıldığı sayılı ülkeler arasında yer aldığını belirten Ağız ve Diş Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Şule Çıldır, “Bilimsel ve klinik başarılarımıza rağmen toplum olarak yeterli ağız ve diş sağlığı düzeyine henüz kavuşabilmiş değiliz” diyor.

Diş çürüğünün yanı sıra dişeti hastalıklarının da sıklıkla görüldüğü Türkiye’de, araştırmalar nüfusun yüzde 66’sının son iki yıldır herhangi bir diş hekimine kontrole gitmediğini; düzenli olarak diş hekimine gidenlerin oranının ise sadece %11 olduğu ortaya koyuyor.

Doç. Dr. Şule Çıldır, ağız ve diş sağlığının genel sağlığın önemli bir parçası olduğunu ve onu korumanın tedavi ettirmekten çok daha kolay ve ekonomik olduğunu belirterek, sağlıklı ağız ve dişlere sahip olmanın yollarını şöyle sıralıyor:

Ağız içi bakım ürünleri nasıl seçilmeli?
Piyasada cazip görünen pek çok ürün var. Bu ürünlerin arasından seçim yapmadan önce diş hekiminize danışın. Çünkü, size uygun en iyi diş macunu ve fırçanın hangisi olduğu, ağzınızın durumuna göre değişiklik gösterir.

Diş fırçası ne kadar kullanılmalı?
Bir diş fırçasının kullanım süresi en fazla 2-3 ay olmalıdır. Ancak bu süre, kullanım sıklığına ve fırçalama şekline göre değişiklik gösterebilir. Bir diş fırçasının bozulduğu, kıl demetlerinin birbirinden ayrılmasından, dağılmasından ve eğilmesinden anlaşılır.

En doğru diş fırçalama tekniği hangisidir?
Fırça 45 derecelik bir açıyla dişe yaklaştırılmalı ve dişler yatay olarak ileri-geri hareketlerle fırçalanmalıdır. Arkasından, dişetinden aşağıya doğru bir süpürme hareketiyle işlem tamamlanır. Dişlerin iç yüzeyleri, özellikle ön bölgeler dar olduğundan dik olarak fırçalanmalıdır. Bakteri plağı ve yiyecek artıklarının yoğun olduğu dişlerin arka yüzleri, arka dişler ve dil de temizlenmelidir. Dişleri aşındıracak kadar büyük bir kuvvetle diş fırçalamaktan kaçınılmalı ve dişler yumuşak hareketlerle
fırçalanmalıdır.

Dişetlerinin fırçalanması neden gereklidir?
Diş fırçalama sırasında yapılması gereken diğer bir işlem de dişetlerinin fırçalanmasıdır. Fırçalama sırasında dişetlerinde kanama olsa da fırçalamaya ara verilmemeli ve doğru bir teknikle fırçalamaya devam edilmelidir. Bu sayede dişetinde, yanlış fırçalamaya bağlı olarak gelişen ödem birkaç gün içerisinde iyileşir ve kanama da kendiliğinden geçer.

Diş ipi kullanılırken nelere dikkat etmek gerekir?
Diş ipi kullanımına başlarken, kolay kullanım amacıyla mumlu diş ipleri tercih edilir. Ayrıca çürük gelişiminin önlenmesine yardımcı olacak fluoridli diş ipleri de tercih edilebilir.

Diş ipi her iki elin işaret parmağına dolanarak ve başparmak yardımıyla kullanılır.
Diş ipini yavaş hareketlerle ve kontrollü bir şekilde dişler arasından geçirmek gerekir. Dişetini yaralayacak sert ve ani hareketlerden kaçınılmalıdır.

Dişlerin ara yüz bölgelerini en ideal şekilde temizleyebilmek için diş ipini, dişin üzerinde, “C” harfi çizecek şekilde ileri-geri ve yukarı-aşağı doğru hareket ettirmek gerekir.Kaynak.http://www.7gunsaglik.com

Neden Herşeye Rağmen Kilo Veremiyorum?

Beslenme uzmanlarına göre çabalayıp da kilo verememenizin başka sebepleri olabilir.

Hisar Intercontinental Hospital Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Karacanoğlu’ndan ile kilo artışının bilinmeyen nedenlerini öğrendik.

Kalitesiz uyku: Yeterli uyumuyor ve dinlenemiyorsanız kilo almanız kaçınılmaz. Çünkü geç saatlere kadar oturduğunuzda hormon düzeyinizde değişiklikler meydana gelerek iştahınız artar ve gece atıştırmaları kaçınılmaz hale gelebilir.

Stres: Stres hormonu olan Kortizol iştah artışına neden olur. Bu da beraberinde stresli zamanlarda yüksek kalorili gıdaları tüketmeye yönelmenize neden olabilir.

Antidepresanlar: Bazı antidepresanların en talihsiz yan etkilerinden biri de kilo alımıdır. Eğer kullandığınız antidepresanın kilo almanıza neden olduğunu düşünüyorsanız tedavi planınızda değişiklik yapma konusunda mutlaka hekeminizle konuşun. Ayrıca, depresyonun kendisinin de kilo değişikliklerine neden olabileceğini unutmayın.

Steroidler: Steroid anti-inflamatuar bazı ilaçlar kilo alımı konusunda kötü bir üne sahiptir. Çünkü bu tür ilaçlar sıvı tutmasının yanı sıra iştahınızın açılmasına neden olabilir.

Doğum kontrol hapları: Doğum kontrol hapları kilo alma nedeni olarak bilinse de sanılanın aksine bu etkisi kısa vadelidir. Eğer uzun vadede kilo problemi yaşamaya devam ediyorsanız mutlaka hekiminize danışın.

Hipotiroidi: Tiroid hastalıkları metabolizmanızı yavaşlatarak kilo almanıza neden olabilir. Beslenmenize ve egzersizlerinize dikkat ettiğiniz halde geçmeyen bir yorgunluğunuz ve kilo alımınız söz konusuysa mutlaka tiroid kontrolünüz için hekiminize başvurun.

Menopoz: Çoğu kadın menopoza girdikten sonra kilo aldığını iddia etse de kilo almasını tek nedeni menopoz değildir. Yaşlanma metabolizmayı da yavaşlatır; böylece daha az kalori harcanır. Ancak unutmayın her yaşın olması gereken kilosu ayrı hesaplanır. Yaş ilerledikçe gençlik döneminizdeki kilolarınızda olmaya çalışmak bağışıklığınızı düşürür.

Cushing Sendromu: Kilo alımının önemli nedenlerinden biri de Cushing sendromudur. Astım, artrit veya lupus gibi romotolojik hastalıklar için kortizol kullanımı Cushing sendromuna neden olabilir. Cushing Sendromu’nda kilo yüz, boyun, üst sırt veya bel çevresinde daha belirgin olabilir.

Polikistik Over Sendromu: Polikistik Over Sendromu çocuk doğurma çağındaki kadınlarda sık görülen hormonal bir sorundur. Bu sendromu yaşayan kadınların çoğunda yumurtalıklarda çok sayıda küçük kistler büyür. Bu durum adet döngüsünü etkileyerek; hormon dengesizliklerine, aşırı tüylenme ve akneye neden olur. Bu durumda olan kadınlarda insülin direnci çok sık görülür. Ağır kalp hastalığı için daha büyük risk taşıyan karın çevresine yağlanma bu kişilerde daha fazladır.

Sigarayı Bırakma: Sigarayı bırakan kişiler yaklaşık 10 kilo alır. Bunun nedeni aslında sigarayı bırakmaları değil; nikotin ihtiyaçlarını gıdalarla gidermeye çalışmalarıdır. Sigarayı bıraktıkları dönemde daha fazla acıktıklarını hissederek karbonhidrat ve yağ oranı yüksek besinlere yönelirler.

Çok sık düşük kalorili diyet yapmak: Eğer ihtiyacınızın çok altında enerji ve besin öğesi alarak besleniyorsanız, bu durum bazal metabolizma hızınızı düşürecektir. Dolayısıyla yemeyen ama kolay kilo alan bir bünyeye sahip olabilirsiniz. Kaynak.http://www.7gunsaglik.com